
Antik çağda Türklerin namusu yoktu zira “namus” Antik Yunanın malıdır. Dilimizdeki namus kelimesi Türkçe’ye Arapçadan, Arapça’ya Aramice üzerinden Yunanca’dan geçmedir. Kelimenin orijinali bugün dahi Yunanca’da “yasa” demektir.

Yani Yunanın 2500 küsur yıllık kelimesini 800 yıl önce falan Araplar aracılığı ile “kadının cinsel davranışları üzerinde erkeğe (sözde) Tanrı tarafından verilmiş denetim hakkı ve cinsel organı üzerinde (sözde) İlahi buyrukla onaylanmış erkek tahakkümü” anlamında dilimize katmışız.

1969 Yılında yayımlanan “Nomos and the Beginnings of the Athenian Democracy” isimli kitabında Martin Ostwald, namus kelimesinin antik Yunan’daki anlamını etraflıca inceliyor. “Nomos” kelimesi bugün Türkçe’de kullanılan “namus” kelimesinin etimolojik kökenini oluşturur. Yani namusun ilk çıkıştaki ve kökteki anlamı budur ve insanlar daha sonra bu kelimeye farklı anlamlar vermişlerdir. Kitabın yarısında milattan önceye ait Hipokrat’tan, Aristophanes’ten, Euripides’ten, Heredot ve daha bir çok meşhur yazarın metinlerinde özellikle “nomos” kelimesini araştırıyor ve bu kelimenin hangi bağlamda; ne anlamlarda kullanıldığını anlatıyor. Mesela, Aristophanes’e göre “nomos” kadınların Tanrıça Demeter ve Tanrıça Kore hürmetine grup seks partileri düzenlemesi ve bu partilerde orgy usulü eğlenmesi anlamına gelmektedir.

Bugün Türkiye’de Tire Küçükkale, Çeşme Erithrai, Milas Herakleia, Ortaca Kaunos gibi bir çok yerde; mitolojiye göre Zeus’un kız kardeşi olan (ve esasında Kibele kültünden gelen) Demeter’e ait tapınakların kalıntıları bulunmaktadır. Yani bugün Türkiye’de yaşayan bir baba için kızının evlilik dışı seks yapması namusun kaybedilmesi anlamına geliyorken; bu baba bundan 2000–2500 yıl önce aynı yerde yaşıyor olsaydı bu sefer kızının Tanrıça Demeter onuruna bir grup seks partisine katılmayı reddetmesi namussuzluk sayılacaktı. İşte bir kelimenin 2500 yıllık yolculuğu ile anlam bu kadar zıt noktalara ulaşabilir. Dil böyle bir şeydir ve kültür bu süreçte dil için direksiyon vazifesi görür; kültür nereye çekerse sözcüklerin anlamı oraya varır.

O yüzden evet bir bakış açısına göre “namus” orijin anlamında; birilerinin söylediği gibi bacak arasındadır: Namuslu olmak da Demeter’i memnun etmek için bacak arası faaliyette bulunmaktır. Bugün namusun başka bir anlamının olması namusun tarihini değiştirmez; namus, bilinen en eski anlamı açısından ulu Tanrıça Demeter`i memnun etmek için kullanılmış bir sözcüktür. Bugün bu kelimeye malum anlamı yükleyenler, geçen binlerce yılda namusun değişmiş ve yozlaşmış çakma bir halini yaşamaktadırlar: kadının özgür iradesi ile seks yapmasını aşağılamak gibi Antik Yunan’a göre çok daha ilkel bir biçimde hem de.

Eski Türk dilinde ve eski Türklerde ise namus, ar, şeref gibi Arapsal sözcükler ve Arapsal özellikler yoktur. Yani Türklerin kökeninin; bakış açısına göre “namussuz” ya da “namustan beri” olduğunu söylemek mümkündür. Aslında “namussuz” kelimesi “namusun varlığını kabul edip ona tabi hayat yaşamayan kişi” gibi bir anlama geldiğinden; İslam öncesi Türklerin “namustan beri/namus ötesi” olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Türklerde “utanma” vardır ve “ut” kökünden gelir: küçülme, daha doğrusu “birinin karşısında ona göre küçülme” gibi bir anlamdan türemedir. Eski Türkler’in aldatmayı cezalandırdığını biliyoruz ancak cinsel organ bekçiliği (am bekçiliği) gibi saçma sapan kültürel ve ahlaki kodları yoktur.

Her ne kadar insanlar bu kavramların birbirinden ayrı kavramlar olduğunu düşünse de İslam coğrafyasında “namus” olayının bir diğer boyutu da bekarettir. Zira Müslüman erkeğin bekaret takıntısının kaynağı da namus mefhumudur.

Bekaret konusunda fikir beyan eden en üst entelektüel otorite Sigmund Freud’dur. Freud, bekaret ile ilgili fikirlerini Aşk Psikolojisine Katkılar (İng. Contributions to the Psychology of Love) isimli kitabında bekaret tabusu (alm. das tabu der virginitat), (ing. the taboo of virginity) kavramı üzerinden açıklamıştır. Bazı toplumlarda bekaret tabusunun neden bunca üstünde durulan bir şey olduğunu merak eden Freud, bu merakını Antropoloji üzerinden giderebileceğini fark eder. Hemen hemen bütün primitif insan toplulukları bekarete takıntılıdır. Ancak bu takıntıların sonuçları bugünkü İslam toplumlarının genel takıntısından farklı bir şekilde tezahür eder. Örneğin, Avustralya’daki bazı kabilelerde genç kızın kızlık zarı yaşlı bir kadın tarafından sunî olarak (elle ya da bir aletle) delinir. Bazı Avustralya kabilelerinde kızlık zarı sunî olarak delindikten sonra bir grup genç erkek, kız ile sırasıyla cinsel anlamda birlikte olur. Ekvator Afrika’sında bu işlem kız evlenmeden önce tören şeklinde yapılır. Filipinler’deki kabilelerde gelinlerin evlenmeden hemen önce kızlık zarının cinsel birleşme ile delinmesi bir grup erkeğin özel görevidir, yani bu işlem için görevli (memur) kişiler vardır ve bu işlemi hep aynı kişiler yapar. Bazı Eskimo kabilelerinde kızlık zarının bozulması görevi kabilenin ruhani liderine/rahibine aittir.
Hindistan’ın bazı bölgelerinde yeni evlenen kadınların kızlık zarı ahşaptan oyulmuş bir Tanrı penisi heykelciği/putu (lingam) aracılığı ile delinir. Roma döneminde bereket tanrısı Priapos heykelciği aracılığı ile kızlık zarı delme operasyonlarının yapıldığına dair antik metinler mevcuttur.

Kan her halükarda ürkütücü bir sıvıdır. Kimilerinin görüşüne göre evlenme arefesindeki kadının bekaretinin bu tür seremonilerle sunî olarak alınması, gerdekte kan görerek korkacak kocaya yapılan bir iyiliktir. Diğer bir görüş ise bekaret tabusunun, menstruasyon tabusu ile ilişkili olduğudur. İki durumda da ortada kan vardır. Adet görmeye yeni başlayan bir kızın özellikle ilk reglini bazı ilkel insanlar, ruhani bir canavar tarafından ısırılma şeklinde hayal etmişlerdir. Hatta bu ısırılmanın geçmişteki ataların ruhları tarafından yapıldığına inananlar olmuştur. Bu durum, regl görmeye başlayan kızı, geçmişteki atalarının ruhlarına ait kılmıştır. Freud’a göre kızlık zarının delinmesi işlemi aynı zamanda bir “kan dökme” eylemidir. Kızlık zarının gerdekte cinsel ilişki ile koca tarafından delinmesi işlemi aslında iki taraf için de huzursuz edici bir eylemdir. Şöyle ki özellikle tarih öncesi ilkel toplumlarda erkekler genelde kadınlardan kaçınmış, uzak durmuşlardır. Hatta erkeklerin uzak duruşundan ve sürekli kadın kadına konuşmaktan kadınların kendine özgü diller ve lehçeler oluşturduğu bazı toplumlar da mevcuttur. Erkek, kadın tarafından zayıf düşürülmekten, kadının kadınlığı ile enfekte edilmekten ve kendini aciz göstermekten korkar. Bu korku erkekte hadımlık endişesi temellidir.
Bugün artık Protestan, Katolik ve Ortodoks Hristiyan toplumların genelinde artık bekaret tabusu diye bir şey kalmadı. Bir araştırmaya göre bugün Amerika Birleşik Devletlerinde insanların sadece %3'ü gerdek gecelerine hala “bakir/bakire” olarak girebiliyor. Ve bu yüzdede kadınlarla erkeklerin oranı aşağı yukarı eşit. Çin’de yapılan bir araştırma evlilik öncesi seks oranının %71 olduğunu gösteriyor. Bekarete konu olan “kızlık zarı” ya da bilimsel tabiri ile “himen” sadece homo sapienste değil; şempanze, at, balina, kobay, köstebek, lama vs. gibi bir çok memeli hayvanda da mevcuttur. Kızlık zarı aslında bir zar da değildir, şeklen şu şekilde farklı versiyonları mevcuttur.

Özellikle anne karnındaki fetüste ve küçükken vajina iç bölgesini mikroptan koruma özelliği olan bir bariyerdir. Ve evrimsel biyolojide en fazla kabul alan görüşe göre üreme yolunun korunması avantajını sağlayan ve embriyolojik gelişimde oluşan bir yapıdır.
Himen (hymen) aslında latince ve hatta öncesinde antik yunanca bir kelimedir. “Bekaretin El Değmemiş Tarihi`” isimli kitabın yazarı Hane Blank’in belirttiğine göre Aristoteles’ten gelen metinlerde geçen “hymen” spesifik olarak kızlık zarı değil düpedüz “zar” anlamında kullanılmış: beyin zarı, soğan zarı gibi..

“Hymen” kelimesi ancak 15. yüzyılda yazılan “Practica Maior” isimli kitapta kızlık zarı anlamını kazanıyor. Bundan önce İbn-i Sina tarafından kızlık zarı “rahim ağzında kan damarları ve hassas bağ dokuları ile örülmüş ağ” şeklinde tanımlanmış ve İbn-i Sina’nın “himen”e dair çeşitli çizimleri mevcutmuş. Ancak kızlık zarının bir kadavra üzerinde incelenmesi 1544 yılında yapılabilmiştir. Bu tarihte ilk defa bakire olarak öldüğü düşünülen iki kadının kadavrası üzerinden himenleri incelenmiştir.

Türkiye’de bekaret, temelde kadın bedenindeki, kadının biyolojik olarak sahip olduğu organik bir parçanın (kızlık zarının) aslında bir erkeğin (müstakbel ilk kocanın) mülkiyetinde olduğunu iddia eden teoridir. Türkiye’de bu teorinin yaygın biçimde kabul ediliyor oluşunun ardındaki gerçek ise Arap Dini olan İslamdır. Çünkü bu Arap Dinini, nesilden nesle aktaran en büyük faktörlerden biri müslüman erkeklerin sahip olduğu namus tabusu olmuştur. Orta doğunun her yerinde müslümanlar için (cinsel) namus, uğrunda ölünecek ve öldürülebilecek bir şey.
Müslüman toplumlarda kadınların aile içinde çocuklardan bile sonra 4. sınıf insan muamelesi görüyor oluşunun pek derinlerde aranmasına gerek olmayan, herkesin az çok bildiği sebebi de budur. Geleneksel yaygın islamın (sünniliğin) doktrininde bir erkeğin namus takıntılı olması gerekliliği net bir biçimde farz kılınmıştır. Dolayısıyla aslında Türkiye’de “çağdaş görünen” adamın yaşadığı namus/bekaret takıntısı da özünde İslam kaynaklıdır. Bu kişi kendisi geleneksel İslamın kaidelerini takip etmiyor bile olsa toplumdaki kolektif İslam onu bekaret takıntılı olmaya iter; zira bu kişi bekaret takıntılı bir arkadaş çevresinde ve bekaret ile namus takıntısı çerçevesi içerisinde yaşıyordur. Bu ruhsal bozukluğun tedavisi: öncelikle İslamla ve ardından “namus” kelimesi ile yüzleşmektir: Aslında “namus” kelimesinin eski Yunanca’dan önce Arapça’ya ve ardından Türkçe’ye geçmiş olduğu düşünülerek başlanılabilir buna.

“Namus” kelimesi zamanla çok fazla anlam da değiştirmiştir. bugün “ben namusluyum” diyerek bekarete takıntılı olan adam; eğer iyi bir dindar olduğunu iddia ediyorsa 2500 yıl öncesi Anadolusunda yaşasa muhtemelen kızının tanrıça Demeter adına yapılan danslı, içkili, şarkılı ve muhtemelen seksli (orgy) şenliklerine gitmesinden memnun olacaktı. Namus kelimesi “aldatma” ,”sadakat” ,”utanma” gibi kelimelere hükmetmez. Çağdaş insan her bir yetişkin bireyin cinsel özgürlüğüne saygı duyar. Çünkü çağdaş insan “birey” kelimesinin anlamını öğrenmiş insandır. Diyelim ki ben evli bir insanım ve karım başka biri ile yattı. Bu olay için benim sözlüğümdeki kelime “aldatma” kelimesidir, olayı “namus” diye bir kelime ile ilişkilendirmem benim hala İslam kültürü altında yaşıyor oluşum anlamına gelirdi. Aldatılırsam, elbette kendisini terk ederim. Ancak benim onu aldatmam kelimelerle nasıl anlatılabiliyorsa onun beni aldatmış olması da aynı şekilde anlatılmalıdır. Yani bir kadın bir erkeği anlattığında olay “namus vakası” iken bir erkek bir kadını anlattığında olay “aldatma vakası” olmamalıdır. Zira bu çok temel bir eşitlik ifadesidir, matematiktir. Herkesin ideolojiden ve inançtan arınmış beyni, yani saf mantığı; kadın ve erkeğe aynı durumlar için aynı terminolojiyi kullanma komutu verirdi.

Bekaret ile namus kavramını birbirine bulamamanın gerekliliği üzerine düşünenler de olabilir. Yani “dostum ben namus tabusunu aştım, dindar falan değilim, belki inançsızım hatta ama ısırılmış elma pek hoşuma gitmez, çaktın mı?” diyenlere yukarıda Freud üzerinden anlattığım bekaret tabusuna antropolojik bakış açısını biraz araştırmalarını öneririm. Zira ilkel bir Polinezya kabilesinde köyün büyücüsü tarafından elle bekaret zarı delinen ya da bu işe memur kılınmış birileri tarafından seks ile (yani düpedüz s*kerek) bekareti alınan kızlara köyden hiç kimse “ısırılmış elma” bakışı atmaz. Zira, ısırılmış elma tabiri de İslamın ve Sami dinlerinin yarattığı bir kavramdır. O da özünde aslında namus tabusundan ortaya çıkar. Yani öyle zannediyorum ki bekaret tabusunu genel olarak namus tabusundan ayırmak pek mümkün değildir. Çünkü bu coğrafyada insan hayata namus tabusunun binlerce yılda oluşturduğu bir terminoloji penceresinden bakar. Bu pencerenin dışına çıkmadan da “ben namus tabusunu aştım” demek mümkün değildir.
Namus, belalı bir sözcüktür ve artık bu sözcüğün aşılması gerekiyor. Bu sözcük yerine erdem ya da özdem sözcüklerini kullanmak bize seviye atlacaktır. “Namuslu/namussuz kadın” kalıbını dilden tamamen çıkarıp yerine “erdemli/erdemsiz kişi” tamlamasını koymak bile Türkiye’de bir çok şeyi düzeltecektir. Kul Nesimi’nin dediği gibi: Ar u namus şişesini yere çalmanın vaktidir.
(Bu yazı 05/05/2017 tarihinde ekşisözlükte “namus bacak arasında değilse nerede” ve 02/09/2018 tarihinde “erkeklerin bekarete takma sebepleri” başlıklarında yayımlanmış yazıların güncellenmiş ve geliştirilmiş halidir)